20 Şubat 2013 Çarşamba

Biraz Sinema..


Yersen: "Zero Dark Thirty"



Filmin afişinde her ne kadar "tarihteki en büyük insan avı" yazsa da filmde anlatılan olayın gerçeklik payı eğri oturup doğru konuşmak gerekirse hayli düşük. Hollywood'un ne kadar güçlü bir manipülasyon aracı olduğunu unutmadan yazmak lazım bu bağlamda. Usame Bin Ladin'in canlanma ihtimali varmışçasına bir uçak gemisinden okyanusa atılması "Transformers"taki Megatron'un aynı şekilde okyanusu boylamasını komik şekilde hatırlatıyor. Böyle bir şey olmuşsa da şayet Michael Bay filminin içinde yaşayacak kadar düşmenin dayanılmaz hafifliği manipüle edilmek istenen kitlenin beyin ağırlığıyla eşit olsa gerek.

Bu hafta gösterime giren ve Oscar'a aday olan Amerikan kimlikli filmlerin ikincisi "Zero Dark Thirty" Usame Bin Ladin'in yakalanması için çalışılan beş yıllık süreci kapsayan bir yapım. Maya adında genç bir CIA Ajanı'nın ilk işi de Bin Ladin'le ilgili bilgi toplamak oluyor. Bu süre içerisinde genç kadın ajan erkeklerin ve istihbaratın sert dünyasıyla tanışıyor. Ayrıca üçüncü dünya ülkesi coğrafyası, son olarak Argo'da kullanıldığı gibi filmin korku temasının göbeğine oturtuluyor. Pakistan topraklarında Bin Ladin'e ulaşmak için oluşturulan ekip büyük balığa ulaştıracak olan küçük balıkları bir bir avlıyorlar ve filmin finaline de Bin Ladin'in öldürülme operasyonu konuluyor.

Kathryn Bigelow'un yine Amerikan ordusunun sırtını sıvazladığı son filmi "Hurt Locker"dan sonra böyle bir filmi yönetmesi şaşırtıcı değil. Yıllarca eski kocası James Cameron'ın gölgesinde kaldıktan sonra Cameron'ın aksini savunduğu milliyetçilik gibi kavramlara bu son iki filmiyle sıkı sıkı sarılması da oldukça düşündürücü. Erkeklerin dünyasında bir kadının bütün adamları kontrol ederek, edemediklerini de alt ederek zorlu bir yola girmesinin hikayesi, başta cinsiyet olmak üzere mide ağrıtan ayrımcı klişelerle birleşiyor, yavaş yavaş da negatif ayrımcılığa doğru uzanıyor. Bigelow'un son olarak çıktığı talk show programında başrolün canlandırdığı ajanla görüşüp görüşmediğine dair soruya "gizlilik nedeniyle cevap veremem" söylemi ise perde dışında yaratılmaya çalışılan o filmin koptuğu an oluyor. Bu gibi sebeplerden o kadar göstere göstere yapılan bir kendini tatmin etme seansı ki "Zero Dark Thirty", filmi izledikten sonra sadece "zero" olarak hatırlanıyor.




İçeriği dışında film teknik açıdan iyi bir yapım. Başroldeki Jessica Chastain tabiri caizse kariyeri uçuşa geçmiş bir isim. Filmde de iyi bir iş çıkartıyor. Geriye kalan erkek kadro da kötü değil. Elinde olanla Oscar'a aday olacak bir yapım mı peki? Buram buram Amerika kokması sayesinde evet. Dünya genelinde ise herhangi bir festivale giremeyecek düzeyde bir yapımın sadece belli bir halkın inanacağı etiketlerle şişirilmesi artık senaryo üretemeyen Hollywood için acınası bir durum. 





Başlığı bu şekilde atmamın nedeni Amerikalıların tarih derslerinde belki de en çok işledikleri ve üzerinde durdukları dönemin, iç savaş sürecinden köleliğin kaldırılmasına ve Başkan Lincoln'ün öldürülmesine kadar uzanan süreci, klasik tarih kitabı edasıyla işlemesi. Sırtına da sonuna kadar öğretici olma misyonunu eklemiş, genç kuşağa Lincoln'ün ne kadar büyük adam olduğunu ve önemli işler yaptığını, Başkan'ın klasikleşmiş ve Amerikalılar için öğreti niteliğinde cümleleriyle anlatmayı çabalayan bir film. Bu çabasının da boşa çıktığını düşünmüyorum kendi ülkesinde. Peki dünyanın diğer yerlerinden nasıl görünüyor "Lincoln"?

Başka bir coğrafyada yaşayan bir insan olarak "evet büyük adammış" demekten ziyade, filmle ilgili edilecek çok fazla cümle olduğunu ve filmin de başka bir malzemeye sahip olduğunu düşünmüyorum. Amerikalılar içinse Spielberg'ün milliyetçi tarafının bol bol kabarmasıyla gururlanarak icra ettiği bir iş elbette. Her ne kadar film şu son günlerde ülkesinde tarihçiler tarafından çokça tartışılsa ve tarihi yanlışlıklar yapıldığı söylense de Başkan'ın zor zamanlarda ettiği sözler bildiğimiz gerçeklerin izinden gidiyor ve pek tabii Daniel Day-Lewis'in başkana büründürdüğü kimlik çok sağlam malzemeden oluştuğu için filmi başından sonuna sıkılmadan izlettiriyor.


Filmde asıl dikkat çekilen etmen, siyasetin her daim nasıl işlediğini ve nasıl işletilmesi gerektiğini göstermesi. Bu konuda gördüğümüz ve tanıdığımız kadarıyla uzman olan Lincoln'ün zaman zaman sinsice hareket etmesine rağmen naif tavrını hiç bozmadan; saygınlığını, halkın kendisine olan sevgisini ve kontrolü hiç kaybetmeden de bu işin yapılabileceğini de göstermesi de dikkat çekilmek istenen noktalardan bir diğeri. Kendi siyaset sahnesinde en önde olan adamın verdiği kararlar yüzlerce insanın ölmesine sebep olabiliyor. Bu acıların altında ezilmenin insanı ister istemez olgunlaştırdığını, karakterin gözünden görebilmemiz yine başrol oyuncusunun performansından kaynaklanıyor. Tarihte anlatılanlara bakacak olursak da kibar tutumuyla tanınan bu adamın, filmde yavaş yavaş gözümüzde bir aziz kıvamına gelmesi ve üstüne bir de bilgece söylemleri herkesin sempatisini fazlasıyla kazanacak bir figüre dönüşmesine yol açıyor. Spielberg de karakterin insani yanını gözümüze sokmak için hemen her sahnede uğraşıyor. Diğer yandan köleliğin kaldırılmasına karşı olan Demokratların kaka taraf olarak ikide bir gösterilmesi ve "Cumhuriyetçi ruhun!?" halkların eşitliği için canla başla çalışmasının vurgulanması da dimağımızda kötü tat bırakıyor. Hele ki Obama'nın başkan olduğundan beri bu noktaya kolay gelmedik söylemleri ve siyahilere özgürlüklerinin verilmesinin son zamanlarda birçok filmle gösterilmesi, Amerika'nın bu durumu hala sindirmeye çalıştığını gösteriyor. Utançlarını övüntüye dönüştürme sevdalarının dışavurumunu görmüş oluyoruz bir nevi ve bir kez daha yazık ki. Sonuç olarak Lincoln hayatını siyasetle karıştırmak zorunda kalırken, Spielberg de Amerikan kültürünü tanıtma görevi verilen şahsiyetlerden birisi olarak, bir kez daha sanatını siyasetle karıştırıyor.

Daniel Day-Lewis büyük oyuncu. Bu noktaya gelirken bunu çok kere gösteren bir sanatçı. Karakterini yaşadığını gözünden görebildiğiniz az sayıda oyuncudan birisi olan Lewis, bu filmde de o eski dönem adamını konuşma stilinden yürüyüşüne kadar dört dörtlük canlandırıyor. Aslında filmi izlenir kılan tek etken O ve bu kadar bölgesel bir filmin başka bir ülkede izlenmesinin de tek geçerli sebebi olmasıyla övgüyü hak ediyor. O sert bakışlı Tommy Lee Jones yine aynı sert bakışlarıyla perdeye yakışıyor, hakkını vermek gerekli. İnsanlık için küçük ama Amerikalılar için büyük kısa bir dönemi anlatan film, sadece iyi oyunculuk görmek için izlenilebilir. Zira o taraflarda En İyi Film dalında aday olması anlaşılır olsa da küresel anlamda Eh İşte Film ödülü alabilir ancak.




Aşkın delilikle ne kadar paralel bir duygu olarak geliştiğini ve yaşandığını bilmiyor değiliz. Bu delilik hali kimi zaman toplumun kabul ettiği delilik normlarına uyar -öyle görünmesi için çaba sarfetmeniz gerekebilir-, kimi zaman da o normların dışında kalır ve sevgili ikiyüzlü toplum sizi dışarıda bırakır. Örneğin bir insanla aşk yaşayıp, sonrasında işler kötüye gittiğinde ayrılma sürecini kaldıramayabilirsiniz; o insanın peşinden deliler gibi koşturabilirsiniz... Bu olurken de genel itibariyle "sapık" olarak adlandırılmanız bile olasılıklar dahilinde yüksektir. Elbette bu noktada büyük ihtimalle bırakılan taraftasınızdır ve her şeyi bir anda unutmanız gerekir. Modern tıbbın getirdiği denkleme göre bu duygunun hezeyanı bağımlılık skalasında eroin gibi bir maddeyle denk düzeydedir ve sizden bunu bir an önce bırakmanız istenir. Üstelik bu noktada birçok maddeyi bırakmak için tanınan rehabilitasyon süresi de tanınmaz. Toplum bağımlılıkları sınıflandırmada biraz engelli ve sistemli şekilde kör bırakıldığı için de ikiyüzlü sıfatını sonuna kadar hak eder.

Ana karakterlerimizden birisi olan Pat de tıpkı yukarıda yazdığım gibi kara sevdaya düşmüş durumda. Karısını başka bir adamla yakalamış ama unutmak bir yana dursun, artık göremediği ve yanına yaklaşmama cezası aldığı eşine epey takıntılı bir şekilde bağlı hala. Tekrar beraber olacaklarına dair de büyük bir inancı var. Belli bir yaştaysanız ya kendiniz ya da çevrenizde bu duruma düşmüş bir insan gördüğünüzden mütevellit hemen acıyorsunuz bu yüzden Pat'a. Uygulaması en zor şeylerden biri olmasına rağmen, bu durumdaki birine "boş ver" demekten daha iyi bir öğüt veremezsiniz sanıyorum ki boş verilmeyeceğini bile bile. En iyi çözüm zaman derler ama pek katılmam böyle bir durumda. En iyi çözümü yeni bir insana ve daha da önemlisi kendinize bir şans daha tanımak olacaktır. Şimdiye kadar izlediğiniz özellikle romantik komedili filmlerin sonunda yeni bir insana şans tanınır ve hatta çoğunda sonradan pişman olup dönmek isteyen, zamanında aşık olunan o kişiye okkalı bir cevap yapıştırılır. Senaryoların pek çoğunun deneyimlerle şekillendiğini hatırlatmakta fayda var. Sonuç olarak Pat'in de karşısına o şansı iki taraf için de daha iyi değerlendirecek olan Tiffany çıkıyor. O da kocasının ölümüyle psikolojik olarak zor zamanlar geçirmiş ve ayağa kalkmak için desteğe ihtiyaç duyuyor. Bu iki yara almış insan bir şekilde birbirlerinin hayatlarına dokunuyorlar, beraber "yükselmek" istiyorlar.




Romantik komedi olarak tanıtılsa da film bir romantik komedi değil genel hatlarıyla. Dramı hayli etkileyici, mizahı sürükleyici ve romantizmi de tadında; o "hayatın içinden" dediğimiz filmlerden birisi bu özellikleriyle. Sözüm ona normal toplumun yaşadığı bir mahallede akıllarını biraz kaçırmış olan iki deli fişeğin birbirlerine tutunmalarının hikayesi. Klasik bir tanım gibi geldiyse öyle olmadığını belirtmeliyim. İyi yazılmış olan Matthew Quick'in romanında yine oldukça iyi uyarlanmış bir yapım. Oyunculuk dalında da yılın belki de en iyi kadrosu ve en iyi oyunculuklarını izliyoruz. Bradley Cooper'ın şaşırtan performansı bir yana Jennifer Lawrenceen büyük aktrislerin arasında yer alacağının altını çiziyor bu oyunculuğuyla.Robert De Niro ve Jacki Weaver ebeveyn olmanın nasıl bir şey olduğunu o kadar iyi resmediyorlar ki, çok sahnede gözümüzü dolduruyorlar. Bu dört oyuncu da Oscar'a aday oldular ve şanslarının yüksek olduğunu düşünüyorum. Film de En İyi Film dahil olmak üzere 8 dalda aday ve yılın sürpriz yapacak filmlerinin başında geliyor. Hala izlemediyseniz yılın kaçırılmaması gereken filmlerinden.