16 Haziran 2012 Cumartesi

İstanbul 2

-49-
Bazı yerler vardır ki, sadece kaybolduğunuzda bulabilirsiniz. Ben de 49'u kaybolduğumda buldum. Ama siz rahat olun sevgili okurlar, adresi yazacağım ki siz kaybolmadan da bulabilin diye.

Cihangir sokaklarında sevgilimle öylesine dolaşırken rastladım bu cafeye, gözüme güzel göründü. Zaten serinletecek bir şeyler içmek istiyorduk, deneyelim burayı dedik. Oldukça enteresan bir mekana adım atmış olduk. toplamda 10 masa filan var herhalde. Küçük bir asma kata sahip. Masalarda mum ışığı var, buna ek olarak oldukça az aydınlatma var, dolayısıyla loş ama hoş bir yer. Mekan köşede olduğundan gündüz çok daha aydınlık diye tahmin ediyorum. cephelerden biri de komple açılıyor. Klostrofobi yaratması pek sözkonusu değil yani.

Nerede peki burası? Biz de dönerken fark ettik ki Turnacıbaşı Sokak'taymış. İstiklal Caddesi'nden Turnacıbaşı'na girin, Urban'ı geçin. Sonra biraz daha gidin. Yolu takip edince bulunuyor. 49 ise esasen mekanın sokak üzerindeki numarası.

Efendim neyse, aldık menüyü elimize. Dedim iyi ki yemeğe gelmemişiz. Pizza fiyatları filan abartılı gibi geldi biraz. Gerçi devasa pizzalar getiriyorlarsa bilemem, günahlarını almayayım. Malum, artık mimarım ama takdir edersiniz ki işsiz bir mimarım. Menüde bir takım şakalar, komiklikler gözümüze çarptı. "Desperate House Wines"a bayağı güldük. Ha, evet house wine. Anladığım kadarıyla kendi şaraplarını imal ediyorlar. Zaten girişte solda masalardan biri cam üzerinde durmakta, camdan da aşağıdaki şarap mahzenini görebiliyorsunuz. Lakin bu sıcakta tercihimi buzlu kahvede yana kullandım. Sevgili kişisi de limonata aldı. İçecekler boyut ve tat olarak fena değildi de fiyat/performans biraz sıkıntılı gibi.

Hani zaten girip sadece birer içecek içtiğimizden belki de yazacak çok şeyim olmadı ancak bir darbe de cafeden geldi bunun üstüne. Dediler 15 dk sonra kapatıyoruz.  Cumartesi günü saat 12'de alkol servisi olan bir yerin kapanması garibime gitti açıkçası. Belki de ramazan dolayısıyla işlerin kesatlığından olabilir, bilemedim.

Son sürpriz ise, şarap mahzeninin üstünde oturmaya pek ısınamadık, sağdaki taburelere gittik. Uzunca bir tezgahın üzerindeki posta kartlarını gördük. Sonradan bunların posta kartı değil de kartvizit olduğunu anladık. Aynı temada 4 adet tasarlanmış. Bunları pek sevdik biz. Üçer beşer tane attık çantaya.

Bu yazıyı başladıktan çok uzun zaman sonra bugün tamamlıyorum ve o kartlardan biri de yanımda hala. Bu sayede bu mekanı hiç unutmayacağımı söyleyebilirim. Yanımda dediğim de Toronto'da, önümüzdeki birkaç yıl buradayım gibi gözüküyor.  Sayanora.


-Ara Kafe-
Efenim benim için adeta İstiklal Caddesi'yle özdeşleşmiş olan bu mekanı yazmak için neden bu kadar bekledim bilemiyorum. Mekan ki develer tellal, pireler berber iken var idi. Taa benim lise yıllarıma denk geliyor bu bahsettiğim zaman dilimi. Yaşım ortaya çıksın istemem amma velakin 5 6 sene öncesine denk gelmekte mekanın açılış tarihi.

Şu sıralar Ara Kafe'ye giderseniz iğne atsanız yere düşmez bir halde görebilirsiniz mekanı fakat o zamanlar bomboş olurdu o koca bahçesi. Özellikle sıcak havalarda vazgeçilmez mekandı bizim için. Okuldan çıkar oraya gider bahçesinde yayılırdık her gün. O kadar ki bütün garsonları tanır, yolda karşılaştığımızda dahi selam verirdik. Onlar oradan ayrıldılar ama biz hala arada konuşuruz ne yapıyor acaba şu bu diye. Adını Ara Güler'den alan mekan aynı zamanda tam isminin özelliklerini taşıyordu, arada kalıyordu ve İstiklal Caddesi'nin o keşmekeşinden uzakta sakinliği sunuyordu müşterilerine. Şu aralar gitseniz İstiklal Caddesi'nden daha kalabalık görebilirsiniz o ayrı. Ara Güler'i ise her daim mekanda bir masada görmek mümkün. Mekanın işletmesiyle bir alakası olmamasına rağmen apartman kendisine ait ve en üst katında ikamet etmekte.

Antika mobilyalarla ve çeşitli objelerle süslenmiş mekanda Ara Güler'in fotoğraflarının kocaman baskılarının da duvarlarda sergilendiğini görebilirsiniz. Dekorasyonu yıllardır hiç değiştirmediler ama fotoğraflar bir kaç ayda bir değişiyor. Bir de arada boyatmışlardı duvarları. Alçak bir asma katı var mekanın. Modunuza göre oraya da saklanabilirsiniz. Hani bir kaç kişi dedikodu yapmaya gidip en köşeye yerleşilebilir kıvamda. Fiyatlar orta düzeydeydi, son zamanlarda bir artış gözlemledim fakat Ara Kafe ayarındaki diğer mekanlara göre fiyatları uygun ve porsiyonları oldukça büyük, aç kalkmazsınız. Yemekler ise lezzetin doruklarında diyebilirim. Bir kaç favori yemek sıralayayım diyeceğim ama ipin ucunu kaçırabilirim: Çıtır tavuklu salata, ızgara somon, somonlu makarna, keçi peynirli salata, puf böreği, krep, açık sandviç ve çökertme tabii ki. Yalnız son zamanlarda bir kaç kez somon yedim ve içi pişmemişti. Ufak bir eksik daha var mekanda alkol yok. Neyse canım o kadar kusur kadı kızında da olur. Hızlı yemek değil de uzun uzun muhabbet eşliğinde yemek istiyorsanız tam yeri diyebilirim.

Geleneği bozmayalım. Mekanın tuvaletlerinden bahsetmeden yazımızı bitirmeyelim. Tuvaletler alt katta kasanın ve mutfağın yanından geçerek ulaşıyorsunuz. Cam kapıların üzerine yapıştırılmış çeşitli çizgilerden kadın tuvaleti mi yoksa erkek tuvaleti mi anlamak mümkün ancak kimsenin umrunda olmuyor genelde herkes istediği tuvalete giriyor. Eğer tuvaletler doluysa kapıdaki tiyatro, etkinlik, gece kulübü broşürleri sizi uzun süre oyalamaya yetiyor.

Mutfak demişken, o dışarıdan 5 metrekare görünen mutfağın içinde bunca yemek nasıl pişiyor hiç anlayamadım. Bir gün beni içeride ağırlamak isterlerse seve seve gireceğim o küçücük mutfağa.

Yolunuz düşerse en azından bir sütlü türk kahvesi içmek için İstiklal Caddesi'nin vazgeçilmezlerinden Ara Kafe'ye uğrayın derim.


- Açık Mutfak -
"Geçen gittim kapalıydı ha, ha, ha" diyerek yeni bir mekana ve yeni bir yazıya tekrardan merhaba. Bu beyin uyuşturan espriye rağmen yaşam enerjiniz hala mevcutsa sizlere mistiklal arşivine kaydetmek için Tünel mevkisinde saydığım; ama aslında Galata'ya inerken sağda yer alan sokaklardan birinde bulabileceğiniz bir yemek-keyif mekanını yazacağım: Açık Mutfak ya da yabancılara da yemek yapıyoruz manasında Open Kitchen. İsmin sonunda ve mekanda çeşitli yerlerde öyle yazıyorlar,  'open office' gibi bişey yaptık demek oluyor herhalde. Kim bilir...

Önünde böyle keyif yapmalık masası, koltuğu; tavandan sarkan zımbırtıları, içeriden süzülen loş ışığı, bazen bayan mutfak ablanın dışarıya gelen sesi ve girip çıkan dünyalı kardeşlerimiz ile cici bir işletmedir bu yer. Yiğitcan'ı götürdüm (Dış ses: Ahaha) O da ilk görüşte beğendi sanki. Sonra evlendiler, ilk sene ikizleri oldu. Öhöm ne diyordum, hoş bir yer. Böyle ıvır zıvır dolu, antik televizyon, fener, kitaplar, çanta, raflar, fener, 2012 ye kadar dolunyaları gösteren takvim, kitaplar, çanta... Tuvalete kadar bir atmosfer yaratılmış. Zaten yol seviyesinden biraz aşağıda, taş duvarlar, adi volta döşeme... Nerdeyim ben?

Bugüne kadar  sadece bişeyler içtiğim, ev yapımı şarabı olan bir mekandı benim için, ta ki bugün yemek de yiyene kadar. Hani normalden pahalı olduğunu biliyordum, kabul de etmiştim. Mesela 13 liraya mantı yedim. Beğendim mi beğendim; ama 'be canım kardeşim, sevgili ablam' o parayı aldıktan sonra içtiğim bir bardak sudan para isteme işte benden. Sanki bardak kirası alıyor. Yani bir siz akıllısınız şu dünyada sevgili işletme sahipleri!

Sonuç olarak sevdiğim bir yer,


- Balkon Kafe -
İlk olarak mekanın yerini tarif etmekle başlayayım; mekan Asmalımescit’de herkesin bildiği Babylon’un bitişiğindeki binanın en üst katında yer alıyor. Yeri son derece kolay. Bir iki basamaktan sonra sağ tarafta dünyanın en özel asansörü ile en üst kata çıkıyorsunuz. En garip asansör demeliydim galiba çünkü kabin alıştığımız gibi kare veya dikdörtgen değil, adeta bir yamuk. Yani adamlar resmen oraya özel asansör yapmış. Bu asansörün bir önemli detayı ise en üst katta inmeniz gerekiyor ama aslında gayet de kat arasında duruyor, kapı açılıyor ve merdivenin ortasında buluyorsunuz kendinizi. Tabiki bir aşağı katta inip yukarı çıkmak da mümkün.
Mekana girince sağ tarafta ismini aldığı balkonu ve devamında terası yer alıyor. Tabiki kışın balkonu o garip muşambalar ile örtülüyor ama yazın yer bulabilmek muzice resmen. Sol tarafta ise Haliç manzarası, hafiften çatı katı hissini yaratan bir mekan bekliyor sizi. Aslında kapalı kısmı çok küçük bir yer. Sola doğru kıvrılarak devam ediyor. Özellikle kalabalık çıktıysanız o akşam ve biraz da sanşlıysanız sol taraftaki koltuklar tam size göre.

Mekanda güzel bir bar ve minik bir dj kabini de mevcut. Akşamları tavandaki ışıklar ile gayet hoş bir ortam oluyor. Yemeklerine gelirsek... Açıkçası bir kez yemek yedim ve hatırladığım kadarıyla iyidi. Ama bana sorarsanız orası daha çok keyifle arkadaşlarınızı toplayıp gidebileceğiniz, birşeyler içebilceğiniz atıştırmalık bir yer.

Ve sırada tuvaletler var... Tuvaletler asansörden indikten sonraki merdivenlerin sağ tarafında. Yani mekanda otururken gitmek isterseniz, mekandan çıkıp sahanlığı geçerek gidiyorsunuz. Haliyle mekanın kapısından giren herkese ya yeni gelmiştir ya da wc den dönüyordur gözüyle bakıyorsunuz.
Sonuç olarak arkadaşlarınızla muhabbet edebileceğiniz, birşeyler atıştırıp içebileceğiniz, yazın terası ve balkonu ayrı bir keyifli olan mekan olarak özetleyebiliriz.

- Baykuş -
 Kendisi Bekar sokak üzerinde, yani meydandan tünele ikinci sağa dönünce, az ilerde sağınızda. Adı da Baykuş: In english Mr. Bird.
Asma katla beraber 3 katlı, benim gözümde tek katlı, senin hatrına iki katlı bir mekan. Biraz siyah, biraz bar, biraz müzik, biraz espri... İlk aklıma gelen tanımlayıcı sözcükler bunlar. Detaylara ineceğim; şimdi mekana giriş anına dönelim.

Ne yapsak ne etsek diye diye bir aşağı bir yukarı bütün sokaklara dalarken bir arkadaş "Ben burayı duymuştum" dedi ve durduk. Şöyle bir baktık dışarıdan: Bananas çıkacak yazıyordu. Biz de "Bak bir de böyle grup varmış hem dinler hem içeriz" dedik ve girdik. İçeriye doğru uzanan barı katederek sahneyi gördük, masalarda yer yoktu üst katına çıktık.

Üst kat dediğim asma kat, 3-4 masadan ibaret ve biz sahneyi görebilecek yegane masaya oturduk. Sahne dediğim küçücük (2-3 muz büyüklüğünde), yerden yüksek, arkası aynalı bir alan. Neden ayna var derseniz biz görelim diye koymuşlar çünkü sahneyle teras arasında heybetli bir havalandırma bacası var. Hem görüntünüzü kapatıyor hem de esiyor. Özellikle kapalı alanda birisi sigara içiyor diye açılıyorsa daha sinir bozucu esiyor. Son olarak korkulukların da pek güven vermediğini ekleyerek müesseseye uyarılarımızı bitirelim. Daha Bananas'ı yazacağım...

Bu mekanı ilk girdiğimizde sevdik aslında. Ortamı iyiydi, garson hızlıydı-kibardı, parayı direk aldıkları için hesap ödeme sıkıntısı çekmedik, çerez servisini sevdik.Tuvalete çıktım (evet en üst kat) mesela kapılarda baykuş-bayankuş gibi bir espriye gitmişler bayıldık. Tuvaletin orda koltuk var, oturduk rahat rahat sevgilimizi bekledik, falan filan. Hala da seviyoruzdur mekanı ama 'banana banana' diye omuz silkiyor yüreğim. Çünkü tüm bu tespitler boyunca bekledik onları...

Gelelim o bekleme anlarına ve neyi beklediğimize. Efendim bu 'muzlar' hakkında hiç-bir-fik-ri-miz-yok-tu. Daha önce muz yemekten öteye geçmemiştik grupçana. Merak ettik tabi. Başlama saati 10.30 muydu 11 miydi bilmiyorum ama 12'yi geçmediği kesindi. Hani mekan dolsun diye beklediler desek mekan zaten dolu, yoklar desek değil sahnede iki eleman ve sahne önünde bir grup ergen tanımlanamayan tavırlar içinde duruyor, çok şahane meşhurlar desek hani assolistiz biz falan ama mümkün değil. Anlamadık ve yorgunduk, çatladık hafif hafif. Belki de 'baykuş' diye gecenin geç saatine bıraktılar, kimbilir. Sonra iki juvenileeleman yerlerini aldı ve cover yapmaya başladı... Öndeki grupta dans etmeye... O an Tanrı muz'u yok etti ve bananas'ı yararttı.

Grubun adını Bananas koyarak bize ne anlatmaya çalıştılar bilemem ama kötüydü be günlük. Öeh yeter diyerek indik aşşağı, insanlar var ortam güzel; ama Bananas'dan bağımsız bir güzellik. Aralarından geçtik ve sokaklara karıştık. Kimimiz Cihangir'e yürüdü, kimimiz Dolmabahçe'ye...

- Salt Bistro -
Artık İstiklal'de huzurla kitap okuyabileceğimiz mekânlar kalmadı farkında mısınız?! İlk açıldığında kısmen Starbucks bu işlevi görüyordu; şimdi orada bir şey okumak, yazmak mümkün değil. Gizli birkaç ıssız kafeyi de böyle bloglarda afişe ettik, artık oralarda da rahat yok. Ben yaradılıştan kendime rahatsızlık vermekten ayrı bir haz duyduğumdan gayrı, hazır yeni huzurlu bir yer keşfetmişken onu da yazayım da huzurum kaçsın dedim. Efenim mekânımız, Garanti Bankası tarafından kurulmuş bir kültür platformu olan Salt’ın içindeki Bistro.
Bistro; geniş tavanı ve sade mobilyalarıyla rahatlatıcı bir ortam, yani elbette ben rahatlatıcı diye tanımlarım, bu ömrümü tüketen mimarlar binbir türlü şey söylerler. Haydi onları ve egolarını kırmayalım, ciddi bilgiler de verelim; bir 19.yy yapısı olan bina, Salt kültür kurumu olarak Ağa Han ödüllü mimar Han Tümertekin ve ekibi tarafından tasarlanmış.  Bistro ise şef Murat Bozok ile bir ortağı tarafından işletiliyor ki açıkçası Murat Bozok’un kim olduğunu da Bistro sayesinde öğrendim. Kendisi yurt dışında hatırı sayılır başarılar elde etmiş, ayrıca Sıraselviler Caddesi’nde bambaşka bir restoranı da varmış. Oranın biraz daha pahalı bir yer olduğunu tahmin etmekteyim. Kendisi hakkında daha fazla bilgi vermeyeceğim,gidin kendiniz görün.

- Cuppa -
Hoppaa! Kucaktan yukarıya fırlatılmış küçük çocuk misali bir mekandayız: Cuppa. Akılda kalıcı, neşeli ve rahat bir isim. Kaldı ki mekanın aurası da (bu aura kelimesini patrondan çaldım, o hep kullanır) isimle uygun. Çok cuppa bir mekan. All day dining denilen, her vakit ye-iç takıl kavramıyla açılmış kanımca. Cihangir'deki bu mekanı merak ediyorsanız, özellikle 'Pazar Pazar nerde kahvaltı etsem' diyorsanız, işte tam zamanı! Burdan buyrun.
Bir pazar başka bir yeri ararken yanımızda belirince hemen şans verdiğimiz sıcak bir mekan burası. (Ortam olarak tabi) Neyse girdik denedik; ama hazır beğenmişken bir kez daha gidelim, daha çok şey deneyimleyelim ve okuyucularımız mutlu olsun istedik. Yalan tabi, ben ilk gittiğimde Cuppadak  isimli kahvaltıdan yemiş ama gözlerimi arkadaşların yiyeceklerinde bırakmıştım ve geri almak için gidip yemem lazımdı. Üstelik mekana hakim yükseklikteki görülebilir mutfak-bar tezgahındaki meyvalarla haşır neşir olmak ve meyva suyu isimlerini de tek tek irdelemek lazımdı. Fakat alışkanlıktan portakal suyu söyledim; deneyen varsa bana yeni bir şey önerebilir. Mutlu da olurum haliyle.

Hala bişey anlamayan ya da yerini google'a yazmaya üşenen varsa anlatıyorum. Sıraselviler'den yürü, Cihangir meydana ya da caminin musalla taşıyla bütünleşmiş kahvesine gelmeden son sokaktan sola dönüp düz yürü. 2 sokak sonra solunda birden belirecek Cuppaaa! İsmi İngilizce'de 'a cup of tea' şeklinde anılsa da beynimin içindeki Cuppa Cuppa efektini susturamıyorum. Ajdar olup çıkıcam yakında!
Keyifli bir yer; garsonları insan, tasarımı ferah, menü kapsamlı, tatlar yerinde, fiyatlar kendi klasmanında ayarında yani uygun, vs, vs... Kalabalıkla için büyük masası, sabırsızlar için barı, keyif adamları için koltukları ve bildiğin masaları mevcut. Kitap oku, dergi karıştır, yayıl ve kendi derinliklerinde mutlu ol; ama bunu Kahvaltı saatinde yapma ki oturacak yer bulalım değil mi sevgili kardeşim?

- Ghetto -
Evvela İstiklal’de yürürken sağa, İngiliz Konsolosluğu’nun olduğu sokağa giriyorsunuz. Cumhuriyet Meyhanesi’ni geçip, ki aslında önünden geçip gitmek o kadar da kolay olmamalıdır, Ghetto’ya ulaşıyorsunuz.

Kapıdan girer girmez sizi vestiyer görevlileri karşılıyor. Öyle ki zamanınızın bir kısmını, binanın bu bölümünde geçirmek isteyebilirsiniz zira bu bölüm hem iç mekan mimarisi hakkında ufak ipuçları veriyor, hem de görevlilerin tadına varmanıza (yarı karanlık ışığın da etkisiyle) imkan sağlıyor. Çantalarımızı ve montlarımızı bırakıp içeri geçiyoruz.

Önümüzde restore edilmiş bir bina ve buna uygun olarak çok hoş ve loş, sarı bir aydınlatma vücut buluyor. Girişin sağına sahne yerleştirilmiş, sol tarafta ise bar kısmı bulunuyor. Orta mekan konser izleme alanı olarak boş bırakılmış. (Birkaç bar masası hariç) Orta mekanın sağ arka tarafına merdivenler, onun yanına da asansör yerleştirilmiş. Merdiven boşluğunun ve asansörün ortasında da tuvaletler var. Duvarlar ses yalıtımını ve akustik düzeni sağlamak için kaplanmış. (Bar fiyatları pahalı sayılabilir.)

Üst kata çıkalım. Bu katta, aşağıda kalan sahneyi ve orta mekanı seyretme keyfine sahip oluyoruz. Bu katta restoran (Türkçesi böyle yazılmaktadır) hizmeti veriliyor. İç mekanın genelinde, ufak çaplı bir atriyum (Türkçesi yok…) havasının hakimiyeti seziliyor. Bu kattaki masaları, klasik tiyatrolardaki localar olarak da değerlendirebiliriz. Tek farkı, yiyecek ve içecekleriniz de sizinle birlikte konseri izleyebiliyor, üstelik konforlu bir biçimde, ta ki siz onları, konserin heyecanından kurtulup da yiyene kadar. (Restoran fiyatları pahalı sayılabilir.)

Bir üst kata çıkalım. Bu katta ne olduğunu tam kavrayamadığım ufak bir tiyatro sahnesi ve perdesi mevcut. (Sanırım burada prova yapılıyor çünkü izleyici için bir mekan söz konusu değil.) Merdivenin önünde rahat koltuklar var fakat oturan yok. Bu katta da tuvalet var. Yiyecek içecek namına bir şey yok.

Ve nihayet teras kısmındayız. (Asansörle çıkmayı tercih ediniz.) Burada sizi 6-7 metre uzunluğunda bir ocak ve onun başı karşılıyor. Böyle bir mekanın ocak başı servisine meyletmesi biraz şaşırtıcı olsa da keyifli olabilir. Ayrıca terasta da bir bar mevcut… Fakat buradan herhangi bir İstanbul manzarası beklemeyin. Tabi bu kısmın temel özelliği sigara içilebilir olması, o yüzden de her daim kalabalık. (Konser aralarında yer bulmak için fazladan mesai yapmak gerekebilir)

Sonuç olarak ortada çok başarılı bir biçimde restore edilmiş tipik bir Pera binası mevcut. Ghetto’da muhakkak bir konser izleyin, yiyin ve de için. Ancak yine de mekana gitmeden önce alkol ihtiyacınızı iyice karşılayın derim.

- III.Mevki -
Neden roma rakamıyla yazdım bilmiyorum. Öyle bir havası da yok, galiba tabeladaki yazılışı buydu. Sonuçta adının anlamını da bilmiyorum. Sadece 1 ya da 2. mevkinin olmadığını biliyorum. Çünkü ilk duyduğumda dükkanlar zinciri sanmıştım. 1, 2, 3... Fena yanılmışım. .

Zinciri geç, dükkan bile değil nerdeyse. Yani öyle zincirleşme amacı yerler gibi durmuyor pek. Aslında durmuyor bile diyebiliriz. Çünkü görmek zor. Bir perdenin arkasında küçük bir III. Mevki tabelası var sadece. Çok kişiden duydum "Yıllarca önünden geçtim, görmedim" diye (Bknz:Yiğitcan). Siz gördünüz mü? Yeri Mangal Keyfi'nin sokağında. Biraz da arayın bence. Tabi şunu da unutmayın: 'İçerde kimse yokmuş gibi' gelebilir. Neden mi?

Eğer içerde müşteri yoksa içerisi boş demektir. Farkındayım çok şifreli konuşuyorum; ama gerçekten dekoderlik bir mekan. O yüzden bu mekana mistiklal diyerek şeref madalyası vermek istiyorum. Bu şu demek; gidin ama herkesle paylaşmayın. Yani bunu derken paylaşıyor olmam bir paradoks mu? Evet; ama siz anladınız beni. Anlamadıysanız özetle '2. paragraftaki "Yıllarca önünden geçtim, görmedim" cümlesi "Ay orayı nasıl görmezsin" olmasın' diyorum. Çelişiyorum işte, var mı diyeceğin. Rana hep senin yüzünden...

Neyse bulup girdiyseniz, 3-4 masa ve üzerlerindeki günlük menüler karşılayacak sizi. Ne okursanız okuyun bence deneyebilirsiniz. Çünkü biz denedik. Klasik çözümle, herkeş bişey söyledi ve herkesinkinden tattık. Tabi deneme kısmına gelince ne yapacağınızı bilemeyebilirsiniz. Garson sizsiniz efendim ve kapının karşısındaki 'küçük servis asansörü' de mutfakla iletişim aracınız. Tabi merdivenden de inmeniz gerekebilir, hesap öderken, vb. Yemek siparişini de öyle yapalım. İndik söyledik, onay verirlerse yiyeceğiz.

Küçük bir anı. Bir arkadaşımın sevgilisi ilave yemek istediğinde bir anne modunda 'çok yedin' uyarısıyla yemek verilmemiştir. Bence çok güzel ve samimi bir şey. Sonuçta açgözlü olabilirsiniz o yemekleri görünce.

Verdiyseniz siparişi haberiniz olsun; yemekler asansörden yükseliyorlar. O yüzden bir kişi hep asansörü kesmeli. Özellikle kalabalıksa, karmaşa olabilir dikkat. Alın oturun afiyetle yiyin. Sonra aynen boşları asansöre koymayı unutmayın; ama koymadan önce bir tatlı önerimiz var. O çikolatalı sufle midir nedir, ne güzel bişeydir. Çok yakında yine orda yiyeceğim inşallah. 

Aslında burda yazı bitse çok bişey değişmez. Tuvaleti alt kattaydı; ama kullanmamıştım. Hesap orta karar, servis bize kaldığı için bişey diyemiyorum. Karmaşa diye belirttim sadece, yoksa ayrı bir hava katıyor. Genel mekan tasarımı diye birşey yok: Sade, olduğu gibi bir yer. En fazla raflar var.

Yemek yemek için gidip, anneye selam söyleyin, yemeğinizi ve tatlınızı yiyip işinize dönün. Hadi kolay gelsin.

- İndigo Pub -
İstiklal Caddesi'nin bilindik müzik mekanlarından biri İndigo. Çoğunuz bir şeyler dinlemiştir burada, ya da en azından adını duymuştur diye tahmin ediyorum. Şimdilik İndigo'ya gitme şansına erişemedim şahsen, çaprazında bulunan pub versiyonuna gitmekmiş kısmet.

Mekanımız, Tom Tom Sokak'ta, köşede. We'nin biraz ilerisi. Sokağın iki yanında mekana ait masalar mevcut. Hatta karşı duvara yansıtılan projektörde Asterix gösterilmesiyle biz 90'larda çocukluğunu yaşamış insanlar "Ehe ehe, Asterix." diyerekten girdik mekana.

Niyetimiz 1-2 içki yuvarlayıp yemeğimizi yiyip Balans'a geçmekti. İyi bir seçim yaptığımızı söyleyebilirim. Tamam tamam, aslında sevgilimin doğum günü kutlamasıydı ama öyle "pastalar, içikiler vuuu!" dan ziyade biraz daha sakin takıldık. Zaten hediyesini de yetiştiremedim, sonradan verdim(gereksiz bilgi). Sigara içenimiz olmadığından hava da biraz serinlediğinden içeride oturmayı tercih ettik. İçeride girdiğimizde sağ tarafta bir tarafın yüksek sandalyelerde diğer tarafın bağdaş kurarak oturduğu çok enteresan bir masa var. Biz nispeten daha normal bir yere kurulduk, o masada bir tartışma çıktı zaten daha sonra kalktılar filan (ultra gereksiz bilgi). Ha, bir de mekanda fırın olması dikkatimizi çekti tabi. Bildiğiniz taş fırını, çok takdir ettim. Ayrıca mekanın bayağı şık olduğunu söylemeliyim. Özellikle tavandaki çapraz ahşap kirişlerin içindeki aydınlatma elemanlarını takdir ettik. Beş mimar gittik, herkes beğendi  (o derece yani). Tabi ben gıcıklık yapıp ortadaki avizeyi beğenmedim. Olsun o kadar.

Tabi mekan böyle olunca "Kazığı yer miyiz ki burada?" gibi bir soru canlandı ufaktan. Lakin menü geldi, fiyatlar gayet makuldu böyle bir yer için bence. Fiyat/performans olarak gayet şahane diyebilirim hatta. O bahsettiğim fırında güveç mi dersiniz, pizza mı dersiniz bir sürü güzel şey pişmekte. Hatta karides ve tavuk güveçlerin yanında tereyağlı pide filan geldi. Ben meksika pilici yedim, o da gayet güzeldi. Ekmek hariç her şey çok lezzetliydi kısaca. Evet, ekmek. Abi ekmeği sabahtan dilimlemişler, akşama kadar kurumuş filan ve ööyle getirdiler diye tahmin ediyorum. Bir de bize bakan garsonda bir iplememe durumu vardı, nedenini çözemedik. Bir ara gittim bardan biramı kendim aldım filan ama yine de pek keyfimiz bozulmadı.

Ha, bir de masanınn üzerindeki amerikan servislerin üzerini okuyunca fark ettik ki karşıdaki Şahika Meyhanesi, We filan hep ortakmış aslında. Yani işletmeci bütün sokağı alıp bir nevi Küçük Beyoğlu yapmış lakin mekanlar daha birbirinden bağımsız çalışıyor. Mesela İndigo Pub'da, Şahika'dan meze tabağı söyleme seçeneğiniz var ama. Bağlantı güzel kurulmuş.

Özetle ben sevdim burayı. 1-2 ufak aksaklığa takılmaya gerek yok. Sakin, lezzetli bir yer. Şimdilik bu kadar, sayanora!

- Mihrimah Sultan -
Bir süredir gitmediğim için en son yediğimi hatırlamadığım mekandayız: Mihrimah Sultan

Neyseki web sitesi varmış ve ben de ne yediğimi öğrendim. Tulum Peynirli Cevizli Erişteadı altında bir çeşit aşırı kalori ve dolayısıyla enerji yüklü makarna yedim; ama bitiremedim yani. Bir de üç buçuk peynirli makarnası var ki o da İstiklal'de binlercesini bulabileceğiniz 3 peynirlilere gönderme niteliğinde. Neyse efem sadede gelelim.

Asmalı Mescit sokağı İstiklal'i geçip Kumbaracı(Humbaracı) Yokuşu'na döner. Bu yokuş Markiz'in karşısı, Richmond'un yanıdır. Leb-i Derya ve Mihrimah'da tam burda yer alırlar: İnerken sağda...

Girince ilk olarak kadınlar tuvaleti karşılıyor sizi. Erkekler tuvaleti başka yerde olduğu için yanlışlıkla (umursamayarak) kullandığım tuvalet yani. Tuvaletle hoşbeşten sonra uzun kapalı alan, ardından ilk bahçe ve orta bahçe (oturulabilir yerler), bitiminde de son bahçe (sevişülebilir yerler) vardır. İşletme açısından evrimler geçirdiği, adını sahibinden aldığı gibi bilgilere ekşiden ulaştıktan sonra şahsi fikrimin nötr olduğunu yani ne sevdim ne sevemedim de kaldığımı söylemeliyim; ama içimden bir ses sevebilirsin diyor. Lütfen bana yarım edin!

- Pera In Bistro -
Niyetim yeni yerler keşfetmek değildi, sadece fotoğraf dersimin finali için elimizde makina, okuldan bir arkadaşım ile birlikte geziniyorduk. Beyoğlu sokaklarının grid (ızgara) sistem ile en ufak alakası olmadığını bir an için unutarak "İlerideki sokaktan çıkarız." dedik. Bir süre sonra konuşmanın seyri "Sonumuz hayrola" üzerinden dönmeye başladı. İstiklal Caddesi'ne Urban'ın da üzerinde bulunduğu Turnacıbaşı Sokak'tan çıkarken Pera In Bistro'ya rastladık. İlginç gözüktü gözümüze, yemeği burada yemeye karar verdik. 

Şimdi en başta şöyle bir karmaşa var: dışarıda tabelada ve kapıda bir cafe yazıyor, bir bistro. Ancak sanırım burası bistro olarak geçiyor, facebook grubunda filan da bistro diyordu. İçerisi çok... İkea. Evet, İkea'dan bayağı alışveriş yapmışlar. Fena da olmamış, sevdik biz. Duvardaki kaplama elemanlarının arasını resimleri asmak için kullanmaları da enteresan. Yakından bakınca aslında işçiliğin çok iyi olmadığını, bir-iki hatayı gördük ama üç mimar gittiğimiz için öyle oldu sanırım. Yoksa kimse manyak gibi kurcalamaz öyle. Kısacası hoş bir mekan diyebilirim. Tuvaleti de güzel, temiz. Son zamanlarda sık gördüğüm "çişini tutmaya çalışan figürler" var kapılarında, güldürüyor 

Neyse efendim geçtik içeriye bir yere kurulduk. Gittiğimizde sadece üçümüz vardık o yüzden müşteri profili çıkartamıyorum pek. Sanırım daha çok gece çalışan bir yer. Menüyü elimize aldık ve... O da ne? Menü birkaç satırdan ibaret. Normalde az çeşidi var diye bir yeri eleştirmem, sundukları güzelolsun yeter. Ancak "bistro" dediğimiz zaman ben zibilyon çeşit yemek ve içecek sunan bir yer bekliyorum şahsen, bistronun mantığı budur. Alkol var, kahve var, yemek var tamam ama her şeyden biraz biraz menüye koymak burayı bistro yapmıyor neticede. Daha fazla çeşidi olan cafeler biliyorum. Burada sorun, mekanın dekorasyonu ve adındaki "bistro" ile dışarıdan size çok daha fazla şey vaad etmesi. Neyse dedik, yiyeceklerimizi söyledik. Servis hızlı, ayrıca makarnamın yanında parmesanı masaya koymaları bayağı güzeldi. Yediğimizden memnun kaldık ama çok enteresan, egzantrik bir şey de yemedik. Yemeğin sonunda çay ikram ettiler, çay tabaklarını ve yanında gelen kurabiyeyi bayağı tuttum (hatta fotoğrafını çektim). Hoş detaylara sahip bir yer yani.

Özetle, Pera In Bistro "Kesinlikle gitmelisiniz!" diyebileceğim çok enteresan bir yer değil ama yolunuz düşerse uğrayabilirsiniz, pişman olmazsınız. Sadece gözünüzde büyütmeyin derim. Şık bir mekan, sınırlı ama iyi yemekler, hızlı servis. Isıtıcının bizi biraz pişirmesinden başka pek sorunumuz da olmadı.