16 Temmuz 2012 Pazartesi

Tavsiye Ettiğimiz Filmler..

                      Samuray İsyanı / Jôi-Uchi: Hairyô Tsuma Shimatsu (1967)

Hikâyemiz 1725 yılının Japonya’sında, bugün Tokyo adıyla bilinen Edo’da feodal bir beyliğin çatısı altında geçmektedir. Sasahara ailesi bu feodal beyliğin hizmetinde çalışan tipik bir Japon ailesidir. Ailenin reisi ise –ki kendisini birçok samuray filminde görmek mümkün– Toshiro Mifune’nin canlandırdığı Isabura Sasahara’dır. Isabura Sasahara emekliliğine yakın bir zamanda, oğlunu evlendirip,- torun sahibi olmak isteyen bir samuraydır. Oğlunu mutlu bir şekilde evlendirmek isteyen Isabura’nın hayalleri Handedan Beyi’nden gelen emirle yıkılır. Gelen emir, Isabura’nın oğlunun Hanedan Beyi’nin eski metresiyle hemen evlendirilmesi yönündedir.
Isabura bu emri uygulamamak için dirense de oğlu bu emri kabul eder. Ancak hikâye Sasahara ailesini merkez almaktan çıkmaya başlar ve eve dışarıdan gelen metresin yaşamına odaklanır. Zorla feodal beyi ile evlendirilen metres Ichi (Yôko Tsukasa), hem kendi hem de temsil etmiş olduğu “kadın” portresini üzerinde kederli bir şekilde taşır. Kendisi sadece soyun devamının sağlanması için bir kapatma olarak kaleye alınmış ve istenilen varisin doğumundan sonra atılmıştır. Bunlar yetmezmiş gibi Feodal Bey’den başka bir emir daha gelmesiyle birlikte olaylar daha da dramatikleşir.

Kızıl Fenerin Yükselişi / Da Hong Deng Long Gao Gao Gua (1991)

Yönetmen:Yimou Zhang
1920′lilerin Çin’inde 19 yaşındaki Songlian babasının ölümünden sonra zengin birailenin veliahtı olan Chen Zuoqian ile evlenmeye zorlanmıştır. 50 yaşındaki Chen’in halihazırda 3 karısı vardır ve herbiri ayrı görkemli evlerde yaşamaktadırlar. Eşler arasında kıyasıya bir statü ve ayrıcalık savaşı vardır. Chen her gece, o geceyi hangi karısıyla geçireceğine ve kızıl fenerin seçtiği hangi evinin önünde yakılacağına karar vermek zorundadır. Chen’in her eşi onun bu konudaki kararını etkilemek için çeşitli entrikalara başvurmaktadır. Ancak işler çığrığından çıkar.

İçinde Yaşadığım Deri / La Piel Que Habito (2011)

Yönetmen:Pedro Almodóvar
Bir araba kazasında yanarak ölmekten son anda kurtulan eşini yanıklardan oluşan görüntüden kurtarmak için yeni bir deri yaratmak üzerine çalışmalar yapan estetik cerrahı Dr Robert Ledgard (Antonio Banderas) on iki yıl boyunca evindeki laboratuvarında çalışmaya devam eder ve domuz-insan kanı karışımıyla elde ettiği bir deri üretir.
Gerilim türündeki film, Fransız polisiye yazarı Thierry Jonquet’in “Tarantula” isimli 2005 tarihli romanından uyarlandı. Yönetmenin 20 yıl sonra Antonio Banderas’la tekrar bir araya geldiği ‘İçinde Yaşadığım Deri’, psikolojisi bozuk bir plastik cerrahın saplantılarını ve hücrelerle ilgili yaptığı araştırmalar sayesinde yeni bir insan derisi yaratmasını konu alıyor.

Gattaca (1997)

Yönetmen:Andrew Niccol
21. yüzyılda genetik mühendisliği çok gelişmiş ve bilimsel olarak kusursuz insanlar yaratılmaktadır. Özel pozisyonlar için yetiştirilen bu yeni süper insan ırkı yüzünden, normal yollardan dünyaya gelmiş insanlar işsiz kalmakta ve ikinci plana itilmektedir.
Onlardan biri olan astronot adayı Vincent, Gattaca şirketinde ancak temizlikçi olarak iş bulabilecekken, komadaki bir atletin kan örneklerini ve kimliğini alarak iyi bir pozisyonda işe girer.
Fakat şirkette işlenen bir cinayet, olayı araştıran dedektifin dikkatini Vincent’ın üzerinde yoğunlaştırmasına sebep olacaktır.
Jude Law, Ethan Hawke ve Uma Thurman’lı kadrosu ve klonlamayı konu alan ilgi çekici konusuyla öne çıkan film, ülkemizde nedense sinemalarda gösterilmemişti. Filmin en iyi sanat yönetimi dalında bir Oscar adaylığı olduğunu da hatırlatalım.

Felemenk / Flandres (2006)

Yönetmen:Bruno Dumont
Cepheye gidip savaşa katılmak mıdır daha zor olan yoksa geride kalıp çaresiz bir boşluğun içinde beklemek mi?
Barbe ile Demester çocukluklarından beri birbirlerine aşıktırlar. Ufaklıklarından beri ayrılmamış olan bu iki sevgiliyi, yıllar sonra savaş birbirlerinden ayıracaktır. Cephede alışık olduğunun çok dışında bir yaşamla tanışan Demester, ilk kez korku, dehşet, acı ve ölümle böylesi yakından yüzleşir.
Geride kalıp beklemeye mahkum edilmiş olan Barbe için de hayat hiç kolay değildir. Beklemek de en az savaşmak kadar zordur. Çünkü bekleyene de yaşatılan, savaşın cephe arkası yüzüdür.
Son yılların en sansasyonel filmlerinden Dönüş Yok ile savaş klasiklerinden biri sayılan Er Ryan’ı Kurtarmak karışımı bir film olduğu yorumu yapılan Flanders, Fransızyönetmen Bruno Dumont’un İsa’nın Yaşamı ve İnsanlık filmleri serisini takip eden üçüncü filmi.
2006 Cannes Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü ile ödüllendirilen film, kamerasını savaş kadar savaş sonrası yaşanan dramlara çevirmiş olması ile de önem taşıyor.

Hayırsever / Filantropica (2002)

Yönetmen:Nae Caranfil
Ovidiu Gorea hâlâ ailesiyle birlikte yaşayan orta yaşlı bir lise öğretmenidir ve aynı zamanda acemi bir yazardır. “Kimse Bedava Ölmez” isimli öykü kitabını henüz bastırabilmiştir ancak kitapçılar kitabı satmadığı için raflarına koymayı reddetmişlerdir.
Okul yönetimi bir gün Ovidiu’dan sorunlu bir öğrenci olan Robert’i yola getirmesini ister. Ovidiu görüşme için Robert’e velisini çağırmasını söyler. Robert de görüşmeye dünyalar güzeli ablası Diana’yı gönderir. Ovidiu Diana’yı gördükten sonra ise olanlar olur. Ovidiu Diana’ya çarpılmıştır ve hemen Diana’ya çıkma teklif eder. Gittikleri mekanda Ovidiu birisi vasıtası ile Hayırseverler Derneği ile tanışır ve birbirinden ilginç olaylar ardı ardına gerçekleşmeye başlar.

Albay Redl / Oberst Redl (1985)

Yönetmen:István Szabó
Yirminci yüzyılın başlarında Ukraynalı yoksul bir ailenin oğlu olan Alfred Redl, yeteneği ve azmi sayesinde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Ordusu’nun en üst kademesine kadar yükselerek askeri istihbaratın başına geçer. Bir kaç dili iyi konuşabildiği için İmparator Franz Joseph tarafından Ruslar aleyhine casusluk etmekle görevlendirilir. Ne varki Redl, etnik ve cinsel kimliğini gizleyerek fırsatları iyi değerlendirir. Gerçek kimliği öğrenilip şantaja uğrayana kadar da, her iki tarafın casusluğunu yaparak sefasını sürer.

Güney / Sur (1988)

Yıllar süren baskı rejiminin ve diktatörlüğün 1983’te sona ermesi sayesinde devlete karşı faaliyetleri nedeni ile hapse girmiş pek çok insan serbest bırakılır. Bu kişilerden biri olan Floreal de, yıllar sürmüş mahkumiyetin ardından özgürlüğüne kavuşmuştur.
Evinden ve karısından bunca zaman uzak kalmış olmasına rağmen dışarı çıkar çıkmaz evine gitmektense kendini Buenos Aires sokaklarına atar. Kendisinin de bilmediği bir arayış ve boşluk içerisindedir. Saatlerce bir yön ya da iz takip etmeksizin yürürken çevresinden hayali de olsa geçmişine ait insanlar gelip geçer. Zaman, herşeyle hesaplaşma zamanıdır.
Arjantinli ünlü yönetmen Fernando E. Solanas’ın, Cannes Film Festivali’nde En İyi Yönetmen seçildiği ve İzleyici Ödülü aldığı filmi Güney, aşk, yalnızlık, politika ve müziküzerine son derece sıcak bir film.

Duygu İmparatorluğu / Ai no Korîda (1976)

Yönetmen:Nagisa Ôshima
Genç bir fahişe çalıştığı genelevin sahibinin sevgilisi ile beraber olur. Cinsel zevki ilk kez tadar. Tabii aşk/saplatı tarzı bir duygu da gelişir bu iki insanın arasında. Sonunda çift evlenmeye karar verir. Buna karşın kız erkeğini elinden kaçırma korkusu ile onu sürekli iğdiş etmekle tehdit etmektedir.

Kargo 200 / Gruz 200 (2007)

Leningrad Devlet Üniversitesi’nde Bilimsel Ateizm profesörü olan Artemy (Leonid Gromov) Leninsk yakınlarında küçük bir köyde yaşayan kardeşini ziyaret eder. Burada, nişanlısını partiye götürmek için oraya gelen Valery (Leonid Bichevin) adında genç bir adamla tanışır. Genç adam ve Artemy parti için beraber yola koyulurlar. Yolda araçları bozulur ve yardım istemek için yakındaki bir çiftlik evine giderler. Burada Artemy çifçi Alexey ile Tanrı hakkında koyu bir sohbete koyulur. Aracı tamir ettikten sonra yollarına devam ederler. Artemy gittikleri partide bolca alkol alır, başka bir kadınla daha tanışır ve hep birlikte dönerlerken tekrar o çifçinin yanına uğramak ister. Her şey işte bu ikinci çiftlik ziyaretinde başlar.

Kuşlar / The Birds (1963)

Yönetmen:Alfred Hitchcock
Filmde Bodega sahiline saldıran farklı türlerden kuşların yol açtığı dehşet konu ediliyor. San Francisco’da bir evcil hayvan dükkanında başlayan ve bir aşk üçgeniyle ilerleyen film, bir doğumgünü esnasında kuşların saldırıya geçmesiyle devam eder.
Yönetmen Alfred Hitchcock Kuzey Kalifoniya’da tatil yaparken gazetede gördüğü bir haberden oldukça etkilenir. Haberde kıyı evlerine doğru saldırıya geçen deniz kuşlarından bahsedilmektedir. Bu olay ile Daphne du Maurier’in kısa bir öyküsü yönetmenin kafasında birleşince, Kuşlar filminin temelleri de atılmış olur.

Aşk Perisi / La Fée (2011)

Dom, Le Havre limanına yakında yer alan küçük bir otelde gece vardiyasında çalışmaktadır. Bir gece, eşyasız, ayakları çıplak bir kadın otele gelir. Kadının adı Fiona’dır ve Dom’a bir melek olduğunu, kendisinin 3 dilek hakkı olduğunu söyler. Dom dilekleri diler, Fiona ikisini gerçekleştirdikten sonra birden ortadan kaybolur. Dom ise bu periye delicesine aşık olmuştur, her yerde onu arar.
Dominique Abel, Fiona Gordon ve Bruno Romy’nin senaryosunu ve yönetmenliğini beraber üstlendiği yapımın başrollerinde yine aynı üçlü var. Fransız ve Belçika ortak yapımı olan filmin dünya prömiyeri ise geçtiğimiz yıl Cannes Film Festivali’nde yapılmıştı.

Her Şey ve Hiçbir Şey / Everything and Nothing (2011)

Yönetmen:Nic Stacey
Gökyüzü geceleri neden karanlıktır? Evren bu hızda genişlemeye devam ederse gelecekte her şey nasıl olacak? Öklid Geometrisi neden geçerli olan tek geometri kuramı değildir? Einstein ve Hubble nasıl tanışmıştır ve Einstein’ın “Hayatımda yaptığım en büyük bilimsel hata” diye nitelendirdiği şey nedir? Boşluğun kendi içinde bir şekli var mıdır? Evreni ve onu algılayış şeklimizi değiştiren fizik ve astronomi bilimi hangi aşamalardan geçerek şu anki halini almıştır?
Belgeseli sunan Surrey Üniversitesi Fizik Bölümü profesörlerinden Jim Al-Khalili, insanoğlunun gökyüzüne bakıp orada bulunan her şeyin şeklini, büyüklüğünü ve kökenini; en geniş anlamıyla varolan gerçekliği nasıl ve hangi aşamalarla öğrendiğini anlatıyor. Astronomi, fizik ve matematik dünyasına bir de tarihin penceresinden ve önemli bilim insanlarının meraklı zihinlerinden bakma fırsatı sunuyor bizlere. İsimlerini belki de ilk kez duyacağınız bazı bilim insanlarına da bir saygı duruşu niteliğinde.

Köpek Dişi / Kynodontas (2009)

Yunanistan’dan gelen en şok edici, kışkırtıcı ve en yaratıcı filmlerden biri olan Köpek Dişi, atmosferiyle Michael Haneke’yi, duygusal sıkıntı açısından Lars Von Trier’i anımsatıyor.
Üç genç kardeş, baskıcı anne babalarıyla, sanki paralel bir evrende, farklı bir gezegende yaşar gibidir. Farkında olmadıkları bir tutsaklıkta yaşadıkları bu evde, günlerini hep aynı kaseti dinleyerek geçirirler. Sürekli yeni kelimeler öğrenen bu gençler için anlam bilindik sınırların çok dışındadır. İzole yaşamlarını erkek kardeşleri fark etmeye başlayınca, ailedeki dengeler alt üst olur.

Kara Altın / Black Gold (2011)

1930’lu yıllarda Arap toplumlarının petrol rezervlerinin farkına varması ile, geleneklerine bağlı babası ve modern görüşlü kayınpederinin arasında kalan, Arap halklarını bir araya getirmeye çalışan bir Arap prensinin nefes kesen macerası konu edinen film, siyah altın olarak bilinen petrolün uluslararası çıkar çarklarına da değiniyor.
Tibet’te Yedi Yıl (Seven Years in Tibet) ve Kapıdaki Düşman (Enemy at the Gates) gibi filmlerle sinema dünyasında büyük bir hayran kitlesine ulaşan başarılı yönetmen Jean-Jacques Annaud bu kez kamerasını Arap dünyasına ve günümüzün güç sembolü olan petrolün bulunduğu günlere çeviriyor. Başrolde ünlü oyuncu Antonio Banderas var.