18 Şubat 2012 Cumartesi

Life Style / 1

Harvad’da okuyanlara nasıl inek yaftası yapıştırılıyorsa… üniversitede de okuyan arkadaşlarımız/kardeşlerimiz/kankalarımızın (ıy, çok banal laflar bunlar.) vizeleri başladı ve bitti. Her neyse. Eğitim yazarı gibi bir giriş yaptım. Bkz: Sabah gazetesi eğitim yazarı Yaşar Özay. Ya da popülaritenin sınırını aşmış sevgili (bkz, bkz, hatta bakakalınız.) Abbas Güçlü.


Üniversitedeki tipler tipitip hakikaten. Mesela, Küçük Sırlar’daki Su, Çetin, vs. ; efendime söyleyeyim, Adını Feriha Koydum’daki ( 1 dakika yanlış anlaşılacak, Adını Feriha Koydum dizisindeki diyeyim.) Hande karakteri idolleri. İlelebet bittabi. Onları süzgeçlerinden süzüp ruhlarına koyuyorlar; Hande gibi giyinmek, Su gibi (nasıl isimse bu da. Değiştirelim: H20.) topuklu giymek… Tabii ki özentilik suç değil. Herkesin bir dönemi var: Özentilik yılları, özüne dönme. Fakat her ne kadar yakışıklı erkekler, güzel kızlar çekici olsa da, dişlerden kaybediyorlar. Mesela bol makyaj, şık giyinme ama ağız açılınca perttt. Yani: Anında ‘’Mortingen Strasse’’ Zavallılar diyesi geliyor insanın velhasıl. Çünkü anne-babaları zamanında dişlerine tel taktırmamış, bilmem hangi üniversitenin tıp’ında. Eğri-büğrü dişlerle bıdı bıdı konuşuyorlar, gülemiyorlar doğru-dürüst. Hani bilmem hangi devirde/yıllarda olsak satsa dişlerini de, daha iyi durur dişsiz. Peki, büyüyünce ne yapacak bu kuzucuklar? Elma yiyemeyecek…


Diş! Önemlidir!


Bizim toplumumuz çekmeye/çektirmeye çok meraklı olduğu için, dişleri çürüyünce, ağrıyınca akıllarına ilk gelen şey: çektirmek. Yahu bir insan dişini nasıl çektirir? Zira yeni yaptıracağı dişi ne kadar kendi dişi gibi olacak? Aman bir taneden bir şey olmaz diyerek başlıyor bu çekicilik. Hani başı ağrıyınca hemen aspirine koşan insanlar misali. 32 dişin 15’i ağzında kalmış ve idare etmeye çalışan insanlar gördüm ben. Bir de modaya uyacağım diye porselen diş, bu yıl altın diş moda diye altın diş yaptırıyorlar… Öylesine… Delirmişler… Oldu olacak cam diş yaptır: şöyle pimapen olsun.


Ben… zat-ı muhterem ben, insanların tipleriyle, duruşlarıyla, konuşma tarzlarıyla ilgileniyorum. Çünkü beden dili diye bir şey var kardeşim! Karşımdaki aptalsa alay ederim, ama arkasından konuşmam. Yani: benim karşıma, bana laf koyabilecek biri gelsin. (desem çok mu ileri giderim?) Ve fakat yanlış anlaşılmasın: Aşağılamıyorum! Bunun kaynağı aileler! Çocuklarının dişlerine önem vermiyorlar. İlla dişçiye götürmek mevzuu değil. Mesela küçükken fırçalamayı öğreterek başlatabilirler.


Ezcümle, şunu söylemek istiyorum: ne kadar giyinmeye/özenmeye/bir şeyleri kamufle etmeye çalışsan da ağzın açılınca sözlerinle, dişlerinle, üslubunla her bir şeyyy saçılıyor. Boşuna demiyorlar: Dişin yok ki sözünü dinletesin.


18 milyon sayfa görüntüsüne sahip www.astrologyzone.com sitesi ve Susan Miller...

Susan Miller ile Madison Caddesi’ndeki Barney’s Alışveriş Merkezi’nin en üst katında yer alan Fred’s adlı restoranda buluşuyoruz. Susan’ın burayı tercih etme nedeni beyaz masa örtüleri... Uzun yıllardır görmediğimiz bir yakınımızı görmüşçesine kucaklaşıyor, hal hatır soruyoruz. Günlerdir uyumadığından bahsediyor.
“Önümüzdeki Yıl: 2012” kitabının hazırlıkları, Elle’den Vogue’a, Tempo’dan W’ya yazı yetiştirdiği onlarca dergi, astrology zone sitesinin Ocak ayı tahminleri derken, ben bu ufak tefek kadının tek başına bu kadar işin altından nasıl kalktığına hayret ediyorum. Durmadan yazıyor. O koca dizüstü bilgisayarını da hep yanında taşıyor. Aklına bir şey gelirse not edebilmek ya da biri onu yolda durdurup “Bir sorunum var. Ne olur yıldız haritama bakar mısın” diye sorduğunda yardımcı olabilmek için... Tüm dünyada her ay 6 milyon 500 bin kişinin ziyaret ettiği, 18 milyon sayfa görüntüsüne sahip www.astrologyzone.com sitesi geçtiğimiz günlerde 16 yaşına bastı.


Çirkin Kral Yılmaz Güney'in pek de bilinmeyen kızı Elif Güney Pütün Ayşe Arman'a bir konuştu pir konuştu.

Yılmaz Güney'in bilinmeyen kızı Elif Güney Pütün'da yıllar sonra gelen hesaplaşma..

Türkiye sinemasının Çirkin Kral'ı Yılmaz Güney'in pek de bilinmeyen kızı Elif Güney Pütün bir konuştu pir konuştu.

Mutsuz ve acı veren bir çocukluk geçirdiğini söylen Elif Güney, yaşadıklarından da babasını sorumlu tuttu.

"Babam hayatımı mahvetti."

"Artık kendime ait bir hayat istiyorum. Birinin kızı olmak değil, kendim olmak istiyorum..."

Hürriyet'ten Ayşe Arman'a konuşan Elif Pütün Güney, tüm eğitimini Fransa'da almış bir pedagog. 20 yıldır otistik çocuklarla ilgileniyor. Aynı zamanda aile terapisti.

Babasıyla hayattayken hesaplaşamayan Pütün, onunla yazdığı kitap aracılığıyla hesaplaşıyor. Satır aralarında ise geride kalan bir yaşamın dramı ve bir çocuk da bıraktığı travmalar var...

Annesiyle de babasıyla hayatı tam olarak yaşamamış. Annesiyle 45 yıllık hayatı boyunca yalnızca 6 yıl birlikte yaşayabilmiş.

Annesiyle babasının tanışma öyküsü ise yine dramlarla dolu...

"Babam, yazdığı bir yazı yüzünden 18 ay hapis cezasına çarptırılıyor ve Konya'da zorunlu sürgüne yollanıyor. Orada tanışıyorlar. Annem, pavyonda şarkıcı... Sürgün bitince, annemi Adana'daki kız kardeşinin yanına bırakıyor. Sonra gelip alıyor, birlikte, beş parasız ıstanbul'a gidiyorlar. Babam, asistan, oyuncu ve senarist olarak birbiri ardına çeşitli filmlerde çalışıyor. Başarıya giden merdivenleri tırmanıyor ve meşhur Yılmaz Güney oluyor.

İLİŞKİLERİ KÖTÜYE GİDİYOR

... Günden güne kötüye gidiyor. Annem hamile kalıyor ama bebeği düşürüyor. Bir erkek bebek. Derken yine hamile. O işte benim. Bütün umudu erkek olmam, o zaman babamı elinde tutabileceğini zannediyor. Ben kız doğunca yıkılıyor. Erkeğinin çoktan kendisinden koptuğunu anlıyor. Artık babamın hayatında Nebahat Çehre var. Dört yaşına kadar annemle yaşıyorum. Sonra yatılı anaokuluna."

BABAN BU!

Babasını dünya tanırken o ise çok sonra kimin kızı olduğunu öğreniyor ve o günleri şöyle anlatıyor:

"... O zamana kadar babam, evdeki 'sert bakışlı ve tüfekli büyük fotoğraf'. "Baban bu!" diyorlar. Fotoğrafa bakmaya bile korkuyorum. Olup biteni algılayamayan, şaşkın ve çoğu zaman üzgün bir çocuğum. Üzüntüme dayanabilmek için de sürekli yalnız kalmak istiyorum. Hep kıvrılıp uyuyacak bir köşe arıyorum. Kukumu elliyorum, sonra da elimi kokluyorum. Bir tek bu bana güven veriyor. Sonsuz bir sahipsizlik ve yalnızlık hissediyorum."

ANNEMİ KOKLUYORUM

... Annem Ankara'da çalışıyor. Tatillerde gidip geliyorum. Onunla uyumama izin veriyor. Burnumu, annemin koltukaltına dayıyorum, kokusunu içime çekiyorum. Zaman duruyor onunlayken. Sonunda dualarım kabul oluyor! Mavi bavulumla, anneme uzun süreli kalmaya gidiyorum. Yine şehirden şehire, evden eve, odadan odaya. Ama çok mutluyum. Annemin yanında bir de üvey baba var, bana iyi davranıyor...

BABAMLA HESAPLAŞAMADIM

... Evet, dünyanın en sevecen annesi değil. Ama olsun. Anne, şu hayatta koşulsuz sevgi, koşulsuz seversin. Ama babanın sevgisini hak edersin. Baba yasadır. Yasayı imgeler. Ve sana der ki, "Ha bunu mu almak istiyorsun hak etmen lazım!" Onun için babayla hesaplaşmak çok daha zordur. Anneme yıllar sonra her şeyin hesabını sordum. Çok kavga ettim, çok bağırdım, çok tartıştım. Onu gözyaşlarına boğdum. Ama ne yazık ki babamla hesaplaşamadım. Çünkü onu topu topu üç sene görebildim, sonra da kaybettim.

HAYATIMI MAHVETTİ

Annemi her haliyle kabul ettim çünkü hayattaydı. Onunla konuşabildim, hesaplaşabildim. "Niye beni terk ettin?" diye suratına haykırabildim. Belki de bugün babama karşı bu kadar sert olmamın nedeni, bunların hiçbirini babamla konuşamamış olmam. Belki babam hayatta olsaydı, böyle bir kitap yazmazdım. Çünkü onunla çatır çatır kavga ederdim.

"Baba, sen davanın bedelini bize ödettin!" derdim. "Sanatının bedelini biz ödedik. Hayatımız kaydı. İsmin, ideallerin bize ağır geldi." Kardeşimi bilemem ama en azından kendim için şunu söyleyebilirim:

Yılmaz Güney'in kızı olmak hayatımı mahvetti!



Nicolas Steno, anatomi ve jeoloji dalında Danimarkalı öncü bir bilim adamı Google'da Doodle oldu.

Nicolas Steno kimdir?

Nicolas Steno (11 Ocak 1638 – 25 Kasım 1686) (Danca: Niels Stensen, Latince yazılı kitaplarda Nicolaus Steno), anatomi ve jeoloji dalında Danimarkalı öncü bir bilim adamı. Hali hazırda 1659 yılında, sadece bir kitapta yazdığı için bilgileri kabul etmemeye, bunun yerine kendi kendine araştırıp açıklığa kavuşturmaya karar verdi. Steno, jeoloji ve stratigrafinin babası olarak kabul edilir.

Nicolas Steno, Jülyen takvimine göre Yeni Yıl Günü’nde, Danimarka Kralı Christian IV için düzenli olarak çalışan Lutheran bir kuyumcunun oğlu olarak Kopenhag’da doğmuştur. Stensen, bilinmeyen bir hastalık yüzünden çocukluğunda yalnız olarak büyüdü. Annesinin başka bir kuyumcu ile yeniden evlenmesinin ardından, 1644 yılında babası vefat etti. 1654-1655 yılları arasında, onunla aynı okulu ziyaret eden 240 öğrenci, bu dönemde salgın gösteren büyük vebahastalığı yüzünden öldü. Steno’nun yaşadığı evin sokağının hemen karşısında, 1671 yılında ona Kopenhag’da profesörlük önerisi yapacak olan Peder Schumacher yaşıyordu. Steno, üniversite eğitimini tamamladıktan sonra, aslında hayatının geri kalan kısmına kadar sürecek olan bir Avrupa yolculuğuna çıkar. Bu yolculukta Nicolas Steno, Hollanda, Fransa, İtalya ve Almanya’da önde gelen hekim ve bilim adamları ile temaslarda bulundu. Steno’nun bunlardan etkilenmesi, önemli bilimsel keşifler yapmak için onun kendi gözlem gücünü kullanmasına yol açtı.

Bilimsel soruların genellikle yerleşmiş ve katı otoritelerce cevaplanmaya çalıştığı bir dönemde Steno, yaptığı gözlemler her ne kadar geleneksel doktrinlerden farklı olsa bile, kendi gözlerine güvenecek kadar cesurdu.

Thomas Bartholin’in çağrısına uyan Nicolas Steno, önce Rostock’a, sonra da Gerard Blasius’dan anatomi eğitimi aldığı Amsterdam’a giderek lenfatik sisteme tekrar odaklandı. Steno, koyun, köpek ve tavşan kafalarında, daha önce de tanımlanmış olan “duktus stenonianus” (parotis tükürük bezi kanalı) isimli bir yapıyı keşfetti. Bu keşfin kime mal edileceğine dair Blasius ile bir anlaşmızlık olsa da Steno’nun ismi bu yapıyla ilişkilidir.





Aynı pozda fotoğraf çekerek internette paylaşmamodasına bir yenisi daha eklendi. "Tebowing" diye adlandırılan diz çökerek dua etme stili, internet aracılığıyla dünyaya yayıldı...






Hz. İsa’nın çarmıhtan indirildikten sonra bedenine sarıldığı iddia edilen Torino Kefeni yeniden tartışma konusu oldu.

Hz. İsa’nın çarmıhtan indirildikten sonra bedenine sarıldığı iddia edilen ve her iki tarafında siluet bulunduran Torino Kefeni yeniden tartışma konusu oldu. İtalyan bilim insanları, kefenin İsa döneminden kalmadığı ve üzerindeki siluetlerin sahte olduğunu savunan görüşü çürüttüklerini öne sürdü.

İtalya’nın Ulusal Yeni Teknolojiler, Enerji ve Sürdürülebilir Ekonomi Kurumu’na bağlı bilim insanları, kefenin üzerindeki sakallı erkek yüzü siluetinin, olağanüstü “ışık patlamasından” kaynaklandığını iddia etti.

Kefenin Hz. İsa’nın toprağa verildiği giysi olduğuna inanmayanlar, üzerindeki siluetlerin bir Ortaçağ sahteciliği olduğunu savunuyor.

Bilim insanları ise bu siluetlerin Ortaçağ teknolojisiyle yapılamayacağını ve “mor ötesi lazer” benzeri bir teknoloji gerektiğini belirtti.

Bu iddia, 4.2 ile 3.9 metre ölçülerinde olan kefenin, Hz. İsa’nın yeniden dirilişinde ortaya çıkan büyük enerji patlamasıyla oluştuğu inanışını destekledi.

İtalyan bilim insanları, “Yapılan testler, kısa ve yoğun mor ötesi yönlendirilmiş radyasyonun keten kumaşa renk verebildiğini gösterdi. Torino Kefeni’ndeki gibi ilginç görüntüler bu şekilde oluşabilir” açıklamasını yaptı.

Çalışmada yer alan Paolo Di Lazzaro, “Sakallı adam silueti, bir tür elektromanyetik enerjiyle oluşmuş olmalı… Işık parlamasının keten kumaşa renk kazandırabilme özelliği, Torino Kefeni’ndeki gibi mucizeleri akla getiriyor” dedi.

Lazzaro ve ekibi, siluetin bilimsel olmayan yollarla nasıl ortaya çıkmış olabileceğine dair bir açıklama sunmadı. Bilim insanları hazırladıkları raporda, “Bizler sadece kanıtlanabilir bilimsel süreçlerle ilgileniyoruz. Umuyoruz ki elde ettiğimiz sonuçlar felsefi ve teolojik tartışmaları tetikleyebilir” ifadesini kullandı.

HIRİSTİYAN DÜNYASI BU KEFENİ TARTIŞIYOR

Vatikan, sahip olduğu Torino Kefeni’nin keşfini, “kaderin en karanlık esrarı” olarak yorumluyor. Ancak Katolik Kilisesi bugüne kadar kefenin gerçek olduğunu kanıtlamak adına bir araştırma yapmış değil.

Kefenin, 14’üncü yüzyılda haçlı bir şövalye tarafından Fransa’ya getirilene kadar birçok kez el değiştirdiği düşünülüyor. Yıllarca Fransa’daki bir manastırda tutulan kefen, burada çıkan yangında hasar görünce, rahibeler tarafından onarıldı.

Torino Başipiskoposu’na 1578 yılında teslim edilen kefen, o tarihten bu yana Torino Katedrali'nde tutuluyor.

Kefenin üzerinde 1988 yılında yapılan karbon testi, kumaşın 1260 ile 1390 yılları arasındaki döneme ait olduğunu gösterince, birçokları kefenin sahte olduğunu savundu.

www.gozluk.com da gördükleri sözde çıplak gösteren gözlükleri satın alanlar bakın nasıl kandırıldı.

İstanbul'da pes dedirten bir dolandırıcılık yaşandı!

İnternette bir sitede gördükleri sözde çıplak gösteren gözlükleri satın alanlar bakın nasıl kandırıldı.

İstanbul polisine gelen e-mail ihbarları arasında hızla artış gösteren bir dolandırıcılık olayı pes dedirtecek şekilde. İnternet üzerinden satış yapan siteler üzerinden verdikleri çıplak gösteren gözlük siparişi sonucu gelen paketlerden alakasız malzemeler çıktığını belirten yüzlerce kişinin emniyete attığı e-mail ihbarı gün geçtikçe artıyor.

587 kişi gerçek ya da sanal isimlerle emniyete konuyla ilgili ihbarda bulundu. Gelen ihbar mailleri arasında Diyarbakır’dan mail atan bir maĞdur ürün için 590 TL para ödediğini belirtirken bu rakam ihbarlar üzerinde en düşük 120 TL olarak tespit edildi. İhbar yapan 587 kişiden ise yalnızca bir kişi gerçek anlamda polise sikayetçi olarak savcılığa suç duyurusunda bulundu.

E.K. isimli kişi dilekçesinde www.gozluk.com adresli site üzerinden verdiği çıplak gösteren gözlük için 150 TL para ödediğini belirterek bulunduğu yerin kargo şirketine gönderilen paketten normal gözlük ile bitkisel çay çıktığını belirtti.

Bir kişi cesur çıktı

Dolandırıldığını anladığını belirten E.K polise şikayetçi olarak Kadıköy Savcılğı’na suç duyurusunda bulundu. Polisin yaptığı incelemelerde ise gelen ihbar mailleri üzerinde belirtilen 4 site üzerinden yapılan satışlarla ilgili verilen hesap numaralarının 3’üncü ve 4’üncü kişilere ait hesap numalaraları olduğu tespit edildiği öğrenildi.



Kadın bedeni çok geniş bir uyarı alanına sahip. Bir kadın sekse nasıl davet edilir işte Gercegi!

Bir kadın sekse nasıl davet edilir?


Kadın bedeni çok geniş bir uyarı alanına sahip. Bu uyarı alanının en başında gözler geliyor. Kadın cinselliğe, sevişmeye davet edildiğini gözlerden almak istiyor. Dokunmak kadın için çok kıymetli ve uyarıcı bir durum.

Dokunmaktan kasıt direk erotik bölgelere saldırı nitelikli bir dokunma değil, daha yumuşak, daha davetkâr, daha şefkatli, daha şehvetli bir şey. Bu nedenle kadının ensesi, yanakları, omuzu, sırtı, göğsü, göbeği, bel çeperi, bel sınırları, kalçası ve vajina ya da klitorisi geçelim, sonra tekrar oraya dönelim.
Yumuşak dokunuşlar

Bacak iç çeperi ve dış çeperleri uyarı alanıdır. Bu alanlara dokunmak, öpmek, buse kondurmak uyarıcı olur. Öpmekten kastımız emmek, mıncıklamak anlamında dokunmak değil. Çünkü kadın için yumuşak bir başlangıç genellikle daha davetkâr, daha uyarıcı olmaktadır.


Burada sözünü ettiğim bir şey genel. Bütün bunlar kişisel yaşamlara ve tercihlere göre değişebilir. Ama kadını öncelikle sekse davet etmek her zaman kadının ruhsal, psikolojik yapısından dolayı yumuşak ve şefkatli olduğu zaman sonuca daha kolaylıkla gittiğini görüyoruz, deneyimlerimizden biliyoruz.



İnanılmaz Benzerlik!

İzmir'de elektrikçilik yaparak hayatını kazanan Mesut Yontan, Atatürk'e benzerliği ile herkesin dikkatini çekerken, Facebook'da da fenomen oldu.

Konak’da elektrikçilik yapan Mesut Yontan’ın metroda çekilen bir fotoğrafının Facebook’a konmasıyla biranda ünü arttı. Yontan’ın Atatürk’e benzetilen fotoğrafı onbinlerce kişi tarafından Facebook’da tıklandı, paylaşıldı.

Kaşları, geniş alnı, saçları, mavi gözleriyle Atatürk’e benzetilmekten çok mutlu olduğunu söyleyen 60 yaşındaki Yontan büyük annesinin de Selanik göçmeni olduğunu hatırlattı, "Atatürk’e benzetilmek, Facebook’daki yorumlar çok hoşuma gitti. Facebook’taki hesabımı benim adıma oğlum açtı. Aktif kullanıcı değilim; fakat yorumları okuyorum. Çok mutlu oluyorum. Gerçekten de Atatürk’e benzemek için hiçbir çabam olmadı. Buna rağmen Atatürk’e benzetilmek çok güzel" dedi.

Alışverişe gittiği markette, yolda insanlaın kendisine şaşkınlıkla baktığını anlatan Yontan, "Herkes Atatürk ile akrabalığımı soruyor. Büyükannem Selanikliymiş ama bir akrabalığımızı bilmiyorum. Selanik’e hiç gitmedim. Çünkü ömrüm hep çalışarak geçti. Anıtkabir’e bile gidemedim. Daha önce hiçbir film ya da tiyatroda oynamadım; fakat tabii ki film ya da dizilerde Atamızın rolünde oynamak bana gurur verir. Seve seve oynarım" dedi.